Güneşin Gözyaşları

Ortaçağda Kralların ya da Derebeylerin en büyük düşünü gerçekleştirme görevine soyunan Simyacıların işi hayli zordu, altın yapmak. Bunu hiç bir zaman beceremediler ve işvereni memnun edememenin bedelini çoğu hayatları ile ödediler.

Aynı tarihlerde Cristof Kolomb Amerika’yı keşfetmişti. Colomb sadece Amerika’yı keşfetmekle kalmadı, yerli halkların altınlarını da keşfetti. Bunu duyan Avrupalı papazlar da krallarından aldıkları yetki ile Amerika’ya İnka ve Aztek altınlarını çalmaya gittiler. Güneş İnkaların tanrısıydı, altın da onun gözyaşları. Güneşte altın gibi parlayan miğferlileri gördüklerinde, güneşin doğduğu yönden gelmesini bekledikleri tanrılarının ağladığını düşünerek onları kucaklamaya koştu yerli halk. Eli kılıçlı altın kasaplarının gelmiş olduklarını anladıklarında iş işten geçmişti. Kalyonlar dolusu altın Avrupa’ya taşındı. Bir o kadarı da Karaib denizinin fırtınalarına gömüldü. Bu sayede Karaibler de geleceğin define avcılarının en gözde ziyaret merkezlerinden biri oldu.

Altın denince, peşinde koşanların gözleri ne denli kamaşmışsa, arkada kalanların gözleri de o denli yaşarmıştır. Eldorado’yu arayanlar ya da Klondike yolunda kaybolanlar hakkında istatistiki bilgiye sahip değiliz. Ama bilinen bir gerçek var ki, o da yaşamları pahasına altını bulan çok az sayıda kimsenin zengin kalabilmiş olmasıdır. Amazonlar’da yaşayan Garimperos halkının altın uğruna başlarına gelen çevre felaketi çarpıcı örneklerden sadece biri. 1 ton deniz suyunda 0.0004 miligram altın bulunduğu tespit edildiğinde, Fritz Haber adındaki "uyanık" kimyager bunu elde etmek için varını yoğunu bu işe gömdükten sonra, bu yöntemle elde edilecek altının yatırımı karşılamayacağını anlamış ve hayalinden vazgeçmek zorunda kalmıştır. Şimdilere gelirsek, modern simyacılarımızı nükleer fisyon ve füzyon laboratuvarlarında, altını sentezlemeye kafaları takık bir şekilde iş başında görürseniz hiç şaşırmayın.

Şu anda dünyada yıllık altın üretimi 2600 ton civarında.

Altın doğada saf olarak bulunan bir metal; yani bir demir cevheri gibi oksit olarak bulunmadığından kimyasal bir işlemden ziyade, mekanik bir ayrıştırma yöntemi kullanmak gerekiyor. Altına damar halinde nadiren ulaşılabiliyor. Bu nedenle de içinde bulunduğu taş ve kayalık malzemeden ayrıştırılması gerekiyor. Bilinen en ilkel ve temiz yöntem nehir yataklarında ağırlığı ile çökelmiş altını yıkama yolu ile elde etmektir.

Oysa, “Modern” dünyamızda dahi altın, antik dönemden beri bilinen ve kullanılan bir yöntemle, cıva ile ayrıştırılarak elde edilmektedir. Altın cıva ile kolayca birleştiği için, madenin ayrışımı için cıva kullanılır. Bu işlem sırasında Amalgam adı verilen cıva-altın karışımı oluşur. Karışım ısıtıldığında cıva buharlaşır ve geriye saf altın kalır. Bu yöntem birilerini zengin ederken, nehir yatakları bol miktarda cıva ile kirletilmiş, birçok altın işçisi de öldürücü cıva buharına korumasızca maruz bırakılmıştır. Cıva da cıva buharı da öldürücüdür. Cıva deniz canlılarının dokularında kolayca birikebildiği için nehirlerden tutulan balıkları tek besin kaynağı olarak kullanan yerli halkların topyekün yokolmasının da başlıca nedenidir. Amalgam bir taraftan da hala diş dolgu maddesi olarak kullanılmaktadır; anlayacağınız hepimiz farkında bile olmadan ağzımızın içine kadar zehir yüklüyüz.

Altın madenciliğinin, aramanın ve çıkarmanın yeni ve zehirsiz, yani cıvasız ya da siyanürsüz metodları da vardır elbette.

-Bunlardan ilki 3.5 ton/saat kapasiteye kadar çalışan işletmeler için rantabel olan Wilfrey yöntemidir.
-İkincisi, 20 ton/saat kapasite ve üstünde çalışan orta ve büyük boy işletmelerin kullanabileceği JIG yöntemidir.
-Üçüncüsü de Knelson Santrifüjü’dür.

Üç metodla da çevreye kimyasal herhangi bir atık bırakmaksızın, altını cıva ve siyanür kullanmadan da %95-98 oranında ayrıştırmak olanaklıdır. Sağır sultan duymuş bu metodları, ama bizim ne bakanlarımız ne de görenlerimiz duyamamışlar. Hala duyabilirler ve ruhsat verirken şartnameye yazabilirler diye ümit ediyorum.

Ülkenin tüm mal varlığının satılmasına neredeyse ses eden kimse kalmadı. Altınlarımızı alıp götürmelerine engel olamıyoruz madem, zehirlerini topraklarımıza akıtıp gitmelerine engel olabilebilseydik bari.