Demokratik Açılıma çözüm önerisi olarak, Sivil Jüri

1966 yılında, Bertrand Russell ve Jean-Paul Sartre’ın girişimi ile Amerikan Devleti Vietnam’da sürdürdüğü savaş ve savaş suçları nedeni ile yargılandı. “Vietnam Tribunal“ olarak bilinen bu yargılama girişimi, suç işleyene karşı hiç bir yaptırım gücü olmamasına karşın, sivil yargı girişimi tarihinde bir ilk olması açısından bir önem taşımaktadır.

Neticede, ABD hükümeti ve silahlı kuvvetleri uluslararası hukuka göre Vietnam'a karşı
saldırı suçu işlediği, sivil hedeflere karşı yoğun ve sistemli bombardıman yaptığı, kullanılması yasak olan silahlar kullandığı, savaş esirlerine ve sivillere karşı, uluslararası hukuka aykırı insanlık dışı muamelelerde bulunduğu ve bu nedenlere bağlı olarak da Vietnam halkına karşı soykırım yaptığı için suçlu bulunmuştur. 18 ülkeden çok sayıda yazar, düşünür, sanatçı, politikacı, bilim insanı, gazeteci, akademisyen ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin katıldığı bu mahkeme ile bugün Türkiye’de süren malum açılım ve yargılama süreçleri bir şekilde irtibatlandırılabilir mi diye bir soru geldi aklıma.

Türkiye’de sürmekte olan her iki girişimin buluştuğu noktayı, bugünkü devletin ya da sistemin, dünkü devleti ve sistemi yargılaması olarak nitelersek, pek yanılmış olmayız sanırım. Gücü darbe ile ele geçirmiş olmak, ya da devleti ele geçirmek için darbe planı yapmak ile, sözüm ona demokratik yollardan bir siyasi görüşün, bir inancın ya da bir cemaatin sistemin içine sızarak, tek başına karar ve yargı organına dönüşmesi arasında, netice olarak belirgin bir fark yoktur. Tarihin derinliklerine bakıldığında, gerçek demokrat olmayan düzenlerde dahi, iktidar olan ve devletin gücünü elinde tutanların, halkın oyunu ve onayını almanın yanı sıra, hakkaniyet ve tarafsızlık ilkelerini sürdürebildikleri sürece kalıcı oldukları, ülkenin ve halkın güncel sorunlarını ve geleceğe dair endişelerini görmezden ya da duymazdan geldikçe, ülkenin de o kültürün de birlikte yok oldukları, dağıldıkları ya da diğer güçlerce köleleştirildikleri görülür.

Devletimizin yakın geçmişte çok sayıda insanlık suçu işlemiş olduğuna dair sanırım kimsenin şüphesi yok; bunların ört bas edildiğine dair de.. Dünkü devleti yargılayan bugünkü devletin, bu gidişle yarınki devlet tarafından yargılanacağı da aşikar, hele de dokunulmazlıkları kaldırılma talebi ile milletvekilleri hakkında mecliste bekleyen dosya sayısının milletvekili sayısını kat be kat aşmış olduğu bu günlerde.. Peki bu suçları işleyenler ve onları himaye eden güçler, nasıl tutulacak ve nasıl yargılanacak, ya da azınlıklara karşı uygulamış oldukları ayrımcılık politikaları demokratik bir düzene yakışır şekilde nasıl iyileştirilecek?

Vietnam-Tribunal’i bu soruya yanıt olabilir düşüncesi ile önemsiyorum.
Bu sanal yargılama süreci, sivil, tarafsız, barış ve demokrasi yanlısı entellektüel birikim ve temennilerin bir araya gelmiş olmaları bakımından önemliydi, ancak alınan kararların her hangi bir yaptırım gücü yoktu. ABD hükümetleri ve silahlı kuvvetleri, dünya çapında sahip oldukları gücü daha sonraları da değişik vesilelerle, dünyanın değişik coğrafyalarında uygulamaktan hiç bir zaman geri durmadılar; onları yargılayabilecek yeni bir organ da yeniden ortaya çıkamadı. Anlayacağınız, birey suç işlerse, devlet tutar, yargılar, cezalandırır. Ya devlet suç işlerse? Onu kim tutacak, kim yargılayacak ve kim, nasıl cezalandıracak?

Şimdi, ülkeme dönüp gelişen süreçlere yeniden bakıp, durumu değerlendirdiğimde, soruyorum:
“Yassıada sabıkalı” bir zihin yapısı ile bugünkü Ergenekon yargılamaları arasında geçen yarım asıra karşın, ülkeyi yönetenlerin zihin yapılarında olumlu bir gelişme görebildiğimizi söyleyebilmek mümkün müdür? Mümkün olduğunu söyleyen devletlüm, demokratik açılımlarına inanmamızı, devlete ve sisteme güvenmemizi sağlamak istiyorsa, yapacağı ilk iş bu iki süreci, “Ergenekon Davası” ve “Kürt açılımı” konularındaki kararları hemen bugün sivillere bırakarak işe başlamalıdır. “Yassıada” ya da “Ergenekon” vb. süreçlerde devletin sürekliliği ve itibarı, sistemin inanılırlığı ve güvenilirliği söz konusu olduğunda, yargıcın üzerindeki tek başına karar vermenin ağır yükü de göz önüne alındığında, kararın, halkın duygusallıklarından etkilenmeyecek derecede tarafsız, nesnel karar alabilme yetkinliğine sahip kişilerin oluşturduğu sivil bir jüriye, ya da bilgeler ve bilirkişlerden oluşacak bir heyete bırakılması en doğru yaklaşım gibi görünüyor.

Bir ülkede sebebi ne olursa olsun adalet mekanizması işlemiyorsa, birileri kendince bir adalat sistemi kurarlar ve işletirler. İşte o zaman devlet ile bu yeni oluşum arasında bir kavga kopar. Kavgada kazanan taraf olmaz. Az dayak yiyen taraf kazanan gibi görünse de, çok dayak yiyen tarafların da kavgadan zaman zaman daha karlı çıktıkları görülmüştür. Kavgadan en karlı çıkan taraf ise kavgayı organize edendir. Bu kavga bireysel olmaktan çıkıp, ulusal ya da uluslararası bir boyuta getirilmişse, artık kavgayı kayıpsız durdurmak giderek olanaksızlaşır. Bu bağlamda, günü kurtamakla iştigal etmeye mecbur kalan bir iktidarın da ülkenin geleceğini teminat altına alabilecek kalıcı bir demokrasiyi yerleştirmesi bir hayalden ibaret kalacaktır.

Kan dursun demek, kan davası dursun demek kadar kolaydır. Çoğunluk da bu düşüncededir zaten, ancak durdurulması gerekeni uygulamak için masaya oturma istekliliği ortaya konduğunda bile şekilsel sorunlar çıkar ortaya; ya da sorundan nemalanan birileri taş koyarlar masaya. Ancak her türlü kaybı göze alaraktan kavgayı ölümüne sürdürmek için tarafların ya çok zengin ya da çok ahmak olmaları gerekir. Kavgayı durdurabilecek, sorunu halledebilecek tek çözüm yolu genel mutabakatla ortaya çıkabilecek tarafsız bir oluşumdur.

Bu doğrultuda, Vietnam-Tribunal çok da uygun bir örnek olmasa dahi, benzeri bir uygulama ile ulusal sorunlara pek ala çözüm üretebilecek bir şekil bulunabilir. Bu vesile ile devletin kendi insanına, kendi entellektüel birikimine güven göstermesi açısından da büyük bir fırsat yakalanmış olunacaktır. Taraf olan gölge etmez ve kararı güvenilir, sivil bir yapıya bırakma kararlılığını gösterebilirse, bakarsınız bir çözüm bile çıkar ortaya.

Ülkemin içine düştüğü karanlık çukurdan çıkabileceğine dair umudunu yitirmeden, hızla demokratikleşme süreci içine girileceğinin hayalini kuran çok sayıda insan görüyorum. Ben onlardan biri değilim ve hangi bilgi, hangi birikim ve kimlerle olacak bu süreç, henüz öngöremiyorum. Bir muhalefeti dağdan indirme girişimini, öteki muhalefet dağa çıkarak yanıtlamayı düşünüyorsa, umudunu sürdürmekte kararlı olanların çoğalarak yükselen sesleri, korkarım karlı dağlara uzaktan bakanların kulaklarında sönerek sessizleşen bir yankıdan ibaret kalmaktan öteye geçemeyecek .