Arşiv

Zaman makinasının Seyir Defterinden


Seyir Defteri, 27 Mart 1994

Yeşil ötesinden geliyorum. Galaksimizin tarihini inceleme görevi ile, zaman tünelinde seyrediyorum. Göstergeler teknik bir arıza sinyali verdi. Şu anda Dünya adlı gezegenin üzerinde, 36-42 enlemleri ile 26-45 boylamları arasındayım. Muhtemel bir zaman boşluğuna girdim ve mecburi inişe geçiyorum.

Türkiye Cumhuriyeti'ndeyim; yerel seçimler yapılmış. Oy verme süresi biteli altı saat olmuş, ancak sayım hala sürüyor. Neticeler merakla beklenirken, ilgili veya yetkili insanların yorumları ekranlara geliyor. Program sunucuları ve önemli politikacılar olduklarını tahmin ettiğim kişiler, oy verebilmek için kaç saat kuyrukta beklemiş olduklarını anlatıyorlar. Demokrat bir ülkenin, demokratik koşullar altında seçimi tamamlamış olduğunu ifade ederek övünen görevliler de var ekrandakiler arasında.

Bana asıl garip gelense, bütün politikacıların seçimde kazanan taraf olduklarında ısrar etmeleri. Acaba bu ülkede herkesin birden kazanmalarına müsaade eden yeni bir sistem bulabilmiş olabilirler mi, merak ediyorum? Bilgisayar ağları ile örülmüş parti merkezlerinden yetkililerin ellerine, oradan da değişik kanalların ekranlarına çok değişik neticeler yansıyor. Herkesin elinde kendi partisinin önde olduğunu gösteren veriler var. TV kanallarının bilgisayar ağlarından ekranlara yansıyan neticeler de adeta birbirini yalanlamakta. Bu iletişim ağlarına bir virüs bulaşmış olabilir mi? Uzak ihtimal olsa da, programlarına matematik ve mantık kurallarını koymayı unutmuş olabileceklerini düşünüyorum.


Seyir Defteri, 28 Mart 1994

Onca bilgisayarla rağmen sayım halen sürmekte. Korkarım bu insanlar bu işin içinden çıkamayacaklar. Zaman durduysa bilgisayar neden? Artık, 'bu boşluktan nasıl kurtulabilirim?' sorusunu daha ciddi ele almam gerekiyor. Aracımı mecburi inişe zorlayan arıza bu zaman boşluğu; bu ülke insanları zamanı durdurmayı ve sonsuz yaşama ulaşmayı başarmışlarsa, başım dertte; bu boşluktan kurtulabilmem mümkün olabilecek mi? Düşünmem gerek...


Seyir Defteri, 29 Mart 1994

Neticeler henüz kesinleşmedi, ancak biraz olsun toplanmaya başladı. Bu işin bu kadar uzaması aslında kimseyi de pek rahatsız etmiyor gibi; onlar bu işi bildikleri için zaten okulları da önceden tatil etmişler. Ülkenin bütün çocukları erken seçimleri iple çekiyorlarmış. Bu boşluk sürecek; galiba aklıma bir şey geldi.

Merkez bilgisayarda virüs taraması yaptım; temiz görünüyor. Şimdi ona boşluğa sebep olan negatif enerjiyi hesaplatıyorum... Hesaplama tamamlandı ve gereken güç motorlara yüklendi... Yeniden kalkışa hazırım.

Turbo düğmesine basarak Türkiye Cumhuriyeti'nden havalanıyorum. Ekrandan aşağıdaki sayımın sürdüğünü öğreniyorum. Bütün başkanlar kazanmış oldukları konusundaki ısrarları da devam ediyor, biri hariç: ince kara bir delikanlı... üzgün ve düşünceli. Artık Türkiye Cumhuriyeti'nin etki alanı dışındayım. Zaman düzgün çalışıyor, makinem normal seyrine yeniden kavuştu.

Zamanın ötesinden gelmesi muhtemel bir yolcunun üç günlük kabusu... Enerji, kütle, zaman ve hız arasındaki relasyonlara dayalı evrensel fizik kurallarını hiçe sayan, matematik ve mantık kurallarını belleklerinden silmiş, varoluşun asgarisinde yaşam sürdüren bir medeniyet ile karşılaşıldığında içine düşülebilecek zaman boşluğunu ve bu evrensel yanılgılar diyarının insanı şaşırtan becerilerini konu alan bu senaryo 29 Mart 1994 tarihinde yazılmış seyir defterine ve şöyle devam ediyor:

Zaman ötesinden bakıldığında kavranması mümkün görünmeyen Türkiye'nin gerçeklerini, 27 Mart'da nelerin gerçekleştiğini, nelerin gerçekleşmediğini, bir de zamanın ta içinden bakarak değerlendirelim.

Seçmenlerin oy verme işlemi sırasında saatlerce kuyruklarda bekletilmesi, seçim neticelerinin ise günlerce beklenilmesi, ülkesine yıllarca hizmet vererek emekli olanları maaşlarını alabilmek için, yazın sıcağında, kışın soğuğunda sokaklarda kuyrukta bekleten, onların ölmelerine neden olan aynı zihniyetin, kendini yetkisizlik arkasına saklayan korkaklarla birlikte bilgi, beceri ve sağduyu yoksunu yönetimlerin eseridir.

Aynı teknik imkanlara sahip başka ülkelerde yapılan seçimlerde sandıklar açıldıktan en geç bir saat içinde verilen trendler doğrultusunda %1, en geç iki saat içinde ise %0,5 yanılma payı dahilinde neticeleri, oyların sonuna kadar sayılmasını beklemeden de alabilmek mümkündür. Türkiye'de, devletin dışında, bu tür bilgi-işlem hizmetleri verebilecek donanıma sahip kuruluşlar vardır. Bir çoğu ellerindeki imkanları seçim öncesinde seçeni ve seçilmeye çalışanı, bilinçli veya bilinçsiz olarak, yanıltmaya yönelik istatistik veriler hazırlamak için kullanmayı tercih etmişlerdir.

Devletin teknik yetersizlikleri ve beceriksizlikleri ile teknik donanımlı kandırıcıların manipulatif müdahaleleri seçmen ve seçim neticeleri üzerinde belirleyici olmuştur. Bu olumsuzluklara bir de anti-demokratik seçim yasaları eklendiğinde, temsili demokrasinin Türkiye'de varlığından ziyade ancak temennisinden söz edebilmek mümkündür. Bu açıdan bakarak, 'Adil Düzen' yemini yutanları da hoş görmemiz kaçınılmaz oluyor.

Her seçimin kazananları ve kaybedenleri olacaktır. Çeşitli yetkililer seçimi her şeyden önce demokrasinin kazanmış olduğunu söyleye dursunlar, aslında olan demokrasi de belli belirsiz yeniden ellerden kayıp gitmek üzeredir. Endişe edilmesi gereken bir durum varsa, bu aslında herkesin korktuğu gibi milliyetçi veya teokratik fanatizmi temsil edenlerin oylarının görünürdeki artışı olmamalıdır; daha vahim olanı, üzerinde yaşamakta olduğumuz ülkenin varolan sosyal, kültürel, ekonomik ve ekolojik sermayesinin batılı örneklerine yetişebilme heves ve özlemi içinde, batılı önermeler doğrultusunda tüketilmekte olduğunun merkez sağ ve merkez sol partiler tarafından kavranamaması ve dile getirilmemesidir.

Cumhuriyet ile birlikte halka giydirilmeye çalışılan yeni elbise kimi bedene uymamıştır. Demokrasilerde kesilen, biçilen veya dikilen elbiselerdir, bedenler değil. Yani elbise uygun dikilmemişse bedene uydurmak gerekir, bedeni elbiseye uydurmak daha zor ve daha uzun vadeli bir iştir. Türkiye'de hala zorlandığımız nokta da budur; modelin değiştirilmesini veya elastikiyetini kabullenmeyen sistemle bedeni modele uydurmak istemeyen zihinler arasındaki çatışma. Çoğulcu düşünebilme yeteneğine sahip beyinlerin yönetim içinde yer almalarının engellenmesi çözümü erteleyen faktör olarak görünüyor. Karıştırmayalım, çok partililik her zaman ve her yerde çok sesliliği veya çoğulcu düşünceyi ifade etmeyebilir. Günümüzün Türkiye'sinde de çok partililik, çok seslilik veya çoğulculuktan ziyade, bölünmüşlüğün ve özellikle de lideralist eğilimlerin göstergesi olarak ortaya çıkıyor.

Şu anda, halkının oyları ile gelenlerin parlamentodan gözaltına alınarak idam istemi ile yargılandığı bir ülkede yaşıyoruz. Söz ve düşünce özgürlüğünün, en azından parlamentoda, anayasal bir hak olduğunu savunmaya çalışan tek siyasi partiye de bu kez de seçmen ağzının payını verdi. Bu arada anlaşılması daha da güç olan bir gerçek var ki, o da karşı cepheye oy veren malum etnik gurup seçmenlerinin, onların haklarını en çok savunmaya çalışanları, en fazla cezalandırmış olmasıdır.

Bu durumda, Türkiye'de demokrasi sınavının başarı ile verilmiş olduğunu ısrarla yineleyenleri, batıdaki öğretmenlerine yaranmaya çalışan öğrenci kompleksinden kurtulamayan zihniyetten soyutlamak mümkün değildir. Tüm emniyet güçlerini ve silahlı kuvvetleri seferber ederek sağlanabilen bir asayişin gölgesinde demokrasi kavramı da anlamını yitirmiş olmakta.

Yükselenlerin ve alçalanların analizine gelince:

Kentte yükselenlere oy verenler, kenti işgal eden kır kökenli nüfustur. 1950'li yıllarda başlayan, 1960'lı yıllarda yoğunlaşarak artan kentleşme süreci halen Türkiye'de tüm sosyal, politik, ekonomik ve ekolojik dengelerin en belirleyici faktörü olmaya devam etmektedir. Türkiye'de sanayi toplumuna geçişte, insana yakışır bir kent yaşamı için gereken sosyal ve ekonomik altyapıların hazırlanmadan, kır nüfusu kentli tarafından davet edilmiştir. Başlayan göç neticesinde, kır kent piçi, kozmopolit bir hamurun yoğrulduğu metropoller oluşmaya başlamıştır. Kent ürünü yasalardan haberdar olmaksızın, kent yaşamının özlemi ve refah beklentisi ile doğanın bağrından kopup gelen nüfus, kır kültürü ve yasasını da beraberinde getirmiştir. Mutluluk beklentisi ile yola çıkanlar umdukları sosyal hizmet ve zenginlik dağıtan bir devlet yerine, yetersiz, bilgisiz ve yozlaşmış yönetimlerle karşılaştıklarında, sömürü ve hizmetsizlik düzenine karşı kır yasalarını işletmişler, kendi hak, hukuk ve hizmet mafyalarını oluşturarak kentin yeni efendileri olmuşlardır. Eski hizmetkarını efendi olarak görmekten huzursuz olanlar önce şehir dışlarında kurdukları uydu kentlere, yada daha uzaklardaki sayfiye kentlerine kaçmışlardır. Kentin yeni sahipleri de metropoliten kaosun altından kalkamayacaklarını anladıklarında, yerlerini yeniden arayanlara bırakacaklardır.

Yapay ve doğal anlayışların dialog kuramadığı tüm dünya metropollerinde zorbalık ve kriminalite hüküm sürmekte, polisiye tedbirleri teşvik eden bu olgu neticesinde huzuru sağlamak için kurulan polis devletlerinin yozlaşması ile kapıda bekleyen totalitarizme kucak açılmaktadır.

Kırda yükselenlerinse kenttekiler ile, aynı partinin oyları ile seçilmiş olmanın yanı sıra, hiçbir benzer tarafı yoktur. Daha önceleri sosyal demokrat sıralarda otururken, kendi bayraklarını açmaya kalkıp, yasaklananların varisleri şu anda 'Refah' bayrağı altına sığınmayı en uygun çözüm yolu olarak görmüşlerdir. Bu oylar düşüldüğünde, milli ve dini görüşlerin de endişe edilecek gelecekleri olmadığı görülür.

Ancak, şeriatın ayak sesleri duyulduğunda 'sandıktan refahı çıkartmayız' diyerek diyalog yollarını tıkayan organın, bugün seçmenin cevabını aldığında, ne yapmayı düşündüğü de merak konusu. İnsan hak ve özgürlüklerini, demokrasi kurallarını unutup, yüksekten atmaya devam edenleri bir gün Ayasofya'dan yükselen ezan sesiyle namaza durduklarını görürseniz de şaşırmayın. Çağı yakalamaktan(S.Demirel) veya çağı atlamaktan(T.Özal) uzakta olduğumuz kesin. En azından son seçimlerle bu gerçek her açıdan ve yeniden teyit edilmiş oldu. Doktor, mühendis, yargıç vb. olmak için yüksek tahsil gerekirken, ülke yönetmek için buna gerek duymadığımız sürece, çağ bizden uzaklarda olmaya devam edecek.


Seyir Defteri, 5 Ağustos 2002

Türkiye Cumhuriyeti'nde yakında gene erken seçim olduğu haberi geldi. Bu kez erken Genel Seçim varmış. Bir yandan da Avrupa Birliği uyum yasaları parlamentoda kabul edilmiş ve Avrupa'ya ortaklık hazırlıkları sürdürülüyormuş. Bakalım sekiz yılda neler değişmiş merak ettik ve gene Dünya'ya doğru yöneliyoruz; makinemizin güvenliği açısından uzaktan izlemekle kalacağız 3 Kasım 2002'yi.